=Geçici işlere dalanların çabasını bir kazsan görürsün ki soğan gibi kat kattır; fakat her bir katı, öbür kattan daha da içsizdir, daha boştur; gerçeklerin her işi, öbüründen daha da özlüdür.= (Hz. Mevlânâ-Mesnevi)
Dışarı çıktım, biraz yürüdüm. Evlerinin önünde oyun oynayan çocuklar gördüm. Hepsi de oyunun keyfinden yoldan geçenleri görmüyorlar bile. O an kendi çocukluğuma gittim: Anlatılmaz bir keyifle oynadığımız oyunları hatırladım… Evde, sokakta, ırmak kenarında geçirdiğimiz zevkli zamanlara daldım… Fakat tam o sırada bir sesle kendime geldim: “Haydi Furkan, ödevin yarım kaldı, kitap da okumadın!”
Bir anne dışarıda oyun oynayan çocuğunu ders çalışmaya çağırıyor. Doğru ya, oyun, eğlence güzel de işin diğer tarafı da var. Annesinin, çocuğunu ders çalışmaya, kitap okumaya çağırması, beni düşünceye sevk etti:
Bir çocuğun hayal gücü, becerileri oyunla gelişir şüphesiz. Oyun, çocuğu hayata hazırlar, eğlendirerek çeşitli alanlarda ona deneyim kazandırır, zekâ gelişiminde ona yardımcı olur. Ama bir çocuk vaktini hep oyunla, eğlenmekle mi geçirmeli?
İnsan hep çocuk kalacak değil ya! Maddi-manevi gayret olmadan kim ömrü boyunca başkasının desteğiyle hayatını sürdürebilir? Dünyanın gerçekleri bizi çalışmaya çağırıyor. Hep eğlenceyle geçirirsek ömrümüzü ne dünyada ne de ahirette yüzümüz güler. Annesinin çağırdığı şu çocuğa bak, nasıl da nazlanıyor. ‘Biraz daha oynayayım, biraz daha ne olur...’ deyip duruyor.
Büyüklerin ısrarı ve rehberliği olmasaydı belki de çocuklar kocaman adam olduklarında bile oyundan eğlenceden vazgeçmeyeceklerdi. Büyüyüp kocaman adam olduktan sonra bile tuhaf tuhaf oyunlarla oyalanan insanların düştüğü acınası durumları görmüyor musunuz? Yüce Rabb’imiz, aklı başında büyüklere küçükleri yetiştirme, onlara sahip çıkma bilinci vermiştir de bu sayede küçükler tembel, işe yaramaz varlıklar olmaktan kurtulmuşlardır.
Ama nedense küçükler işi hep ağırdan almaktadırlar.