“Bu az bilinen ülkede 1500 Türk askeri yatıyor. Türklerin buraya gidişi ve kalışı da ilginçtir. Eski adı Burma olan Myanmar’a, İngiliz sömürgesi olduğu 1915 yılında 12 bin Türk askeri gitti. Yıllar süren esaret dönemi boyunca salgın hastalıklar ve ağır çalışma şartlarından dolayı 1500 asker şehit düştü. Şehitlikte Türkçe olarak ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada vefat eden aziz Türk askerlerinin anısına’ ifadesi yer alıyor.” (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde TBMM’de bir soru önergesini cevaplarken.)
Myanmar’da ne işimiz vardı? Elbette bizim bir işimiz yoktu ama Myanmar (Birinci Dünya Savaşı sırasındaki ismiyle Burma), bir İngiliz sömürgesiydi. Birinci Dünya Savaşı’nda çarpışmaların en yoğun yaşandığı dönemde İngilizler esir aldıkları binlerce Osmanlı askerini buraya sürüklediler (1915). Bu esirler arasında, Basra’da İngilizlere karşı, Vali Vekili Albay Mustafa Suphi kumandasında mermileri bitene ve sadece iki sahra topu kalana kadar aylar boyu kahramanca çarpışarak, her şeyleri tükenince sonuçta teslim olmak zorunda kalan 8. Fırkanın askerleri de vardı. Devlet esir düşen birliklerinin akıbetinden haftalarca haber alamadı. Nihayet ailelere “Savaş Esiri” damgalı mektuplar gelmeye başlayınca mesele aydınlandı. İngilizler esirleri Burma’ya götürmüşlerdi.
Gurbetten Gurbete
Bir tarihçimizin tespitlerine göre Suphi Bey’in esaret numarası 59’dur ve yanında kendisi gibi savaş esiri olan 1000 civarında silah arkadaşı vardır. Elbette bunlar sadece Basra cephesinden götürülenlerdir. Resmi kayıtlara göre toplamda 10 binin çok üstünde bir sayı söz konusudur. Albay Mustafa Suphi, Thayet Myo esir kampında sadece 18 ay yaşar ve 15 Haziran 1916’da beyin kanaması neticesinde hayata veda eder. Kampta bulunan çok sayıda Mehmetçik de kumandanlarının ardından bir bir can verirler. İngilizler askerlerimizi Burma’ya boşuna götürmemişlerdir. Boğaz tokluğuna çalıştıracak ve yol, kanal, park, gölet inşa ettireceklerdir. Nitekim bugün broşürlerde açıkça belirtildiği gibi Myanmar’ın en önemli turistik ziyaret yerlerinden birisi, Maymyo (Maytown) kentindeki “Dev Botanik Bahçesi”dir. Cennetten bir köşe olarak tanımlanan 107 hektarlık (1070 dönüm) bu bahçe, esir Osmanlı askerlerinin alın terinin ve el emeğinin ürünüdür. Tropik ormandan büyük zahmetle sökülerek meydana getirildiği anlaşılan parkta golf sahalarının yanı sıra, bir su kaynağının önüne çekilen setle 280 dönümlük suni bir göl de oluşturulmuştur. Yine turizm broşürlerinde çok net biçimde söz konusu Botanik Park’ın 5. Bengal Piyade Alayı Komutanı Albay May tarafından Türk Savaş Esirlerine yaptırıldığı ifade edilmektedir. Yakın dönemde internet üzerinden açık artırmayla haraç mezat satılan ve “nadide bir parça” olarak takdim edilen Osmanlı askerlerinin yazdığı mektuplardan biri görenlere herhalde çok değişik duygular yaşatacaktır. Arka yüzünde Osmanlıca İstanbul, hemen altında Constantinople damgası gözüken 4-5 Mart tarihli (yılı belli olmayan) zarf, internet ortamına kadir kıymet bilmez bir torun tarafından mı düşürüldü, yoksa İngilizler en azından bir kısım mektupları postalamıyorlar mıydı, bilemiyoruz. Osmanlı inceliğinin ve zarafetinin belgesi niteliğindeki zarfın ön yüzünde şu satırlar yer alıyor: PRISONERS OF WAR LETTER. (Osmanlıca) Numero 3617 On Postal Service (Osmanlıca) Dersaadet’de Osmanlı Hilal-i Ahmer Cem’iyyeti Reisi âtıfetlû beğefendi huzur-ı âlilerine takdim-i ariza-i daiyanemdir. İmza (okunamadı) İmza (okunamadı) From Prisoners of War Camp, Thayetmyo, Burma, India
Kültürümüzden İzler
Acaba günümüzde bile turistlere Maymyo kentinde “yapmadan gelinmeyecekler” arasında hararetle tavsiye edilişine bakarak, Osmanlı askerlerinin ülkeye fayton gezisi keyfini aşıladıklarını söyleyemez miyiz? Pırıl pırıl renkleriyle, süslemeleriyle, öndekileri küçük, arkadakileri büyük tekerleriyle, kupasıyla ve kupaya çıkan birkaç basamaklı merdiveniyle… Bitmedi: Okuyla, hamutuyla, koşum takımıyla, tek veya çift at bağlanabilmesiyle ve at pisliğini toplamaya yarayan telisten hamağıyla broşürleri süsleyen faytonların bizim adalardakilerden veya Kordon boyundakilerden pek de bir farkı yok! Bu askerlerden ne kadarının geri döndüğü hakkında da maalesef yeterli bilgiye sahip değiliz. En azından bir kısmının 1918’te Mondros Antlaşması sonunda geri geldiklerini söyleyebiliriz. Ancak rivayetlere göre evlenip geride kalmayı seçenler de olur. İnsafsız çalışma koşulları, iklim şartları ve salgın hastalıklar sonucu orada ölen askerlerimiz ise ağırlık merkezi Thayet Myo’da olmak üzere Myanmar’ın diğer bölgelerindeki mezarlıklarda yatmaktadırlar. 2000’li yıllarda mezarlıkları tesadüfen keşfeden Türk gezginler, yöre halkından şifahi bazı bilgiler almışlardır. Bu anlatımlara göre acımasız bir savaşın talihsiz kahramanları olan bu yüksek karakterli insanlar, Myanmar’da bulundukları sürece disiplinden asla taviz vermemişler, milletlerini ve dinlerini mükemmel bir şekilde temsil etmek için gayret göstermişlerdir. Onlar temizlikleriyle, dürüstlükleriyle, onur ve vakarlarıyla büyük hayranlık uyandırmışlardır. Çalışma saatleri dışında sivil kıyafetleriyle halkın arasına girerek kaynaşmaları hâlâ memnuniyetle yâd edilmektedir.
Kayıt Yetersizliği ve İhmaller
Bizde eser yazmak bir yana, hatırat tutmak veya küçük notlar almak bile az rastlanan özellikler olduğu için, ne yazık ki Burma’da yaşananları pek bilemiyoruz. Belki İngilizler bu konuda bazı şeyler kaydetmişlerdir. Doğrusu araştırmaya değer. Ulaşabildiğimiz bir fotoğraf, esir kafilesinin kıdemli subayı Şükrü Paşa’nın cenaze merasimi sırasında çekilmiş. Denildiğine göre İngilizler sadece bu tören sırasında fotoğraf çekilmesine izin vermişler. Fotoğrafta siyah beyaz takım elbiseleri içindeki kravatlı, tıraşlı, pos bıyıklı, mert görünüşlü, metanetlerini yitirmediklerini her halleriyle adeta haykıran Osmanlı esirlerine, Paşa’nın cenazesine selam duran İngiliz askerleri eşlik ediyor. Mustafa Suphi Bey’le Şükrü Paşa’nın da yattığı yaklaşık 1 m. yüksekliğinde bir tuğla duvarla çevrelenmiş Thayet Myo Şehitliği’nin durumu seyyahların tespitlerine göre pek de iç açıcı değil. Mezarlık tarla halini almış. Mezar taşlarında ölüm tarihi olarak 1915, 1916 ve 1917 rakamları okunuyor. Mezarda yatan şehitlerimizin bazısının isimleri de okunabiliyor. Mesela Kerküklü Muhammed, Ali, Osman, Şaban, Süleyman bunlardan birkaçı. Kim bilir kimlerin beklediği, gidip de dönmeyen Muhammedler, Aliler, Osmanlar, Şabanlar ve Süleymanlar bu uzak diyarda yatıyorlar. İlginçtir, mezar taşlarında şehitlerin adları ve ölüm tarihlerinin yanı sıra birlikleri de yazılmış. Fakat Fransızca… O dönemde Kızılhaç ve Kızılay yazışmalarını Fransızca yapmaktadırlar. Belki bunun etkisiyle, belki soğuk harp taktiğiyle İngilizlere karşı Fransızca’yı öne sürmek adına, belki de Osmanlı’da o devirde Fransızca’nın hakim olmasının tesiriyle böyle bir tercih yapılmış. Seyyahların ifadelerine ve çektikleri fotoğraflara bakılırsa mezarlığın bir kitabesi de var. Kitabede yer alan yazılar güçlükle okunabiliyor. Günümüz Türk alfabesiyle ve ayrıca Burma dilinde yazılmış, siyaha boyanmış harfleri yer yer dökük, zorlukla okunan kitabede şunlar yazıyor: “Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz Orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada şehit düşen aziz Türk askerlerinin anısına.” Harf Devrimi askerlerimizin vefat tarihlerinden 13-11 yıl kadar sonra (01.10.1928) yapıldığını ve “savaş”, “çarpışma”, “tutsak”, “anısına” gibi kelimelerin o dönemde kullanılmadığını göz önüne alırsak, rahatlıkla kitabenin sonradan yazdırıldığını söyleyebiliriz. Nitekim bunu teyit eden bazı bilgi kırıntıları bulunuyor. Şehitlikte hâlâ yüzlerce mezar taşı var. Şimdi tekrar baştaki soruyu sorabiliriz: Acaba bunlar Osmanlı esirleri değil de başka bir ülkenin askerleri olsalardı buradan kaç hikâye, roman ve film çıkardı? Üniversitelerin tarih bölümleri kaç yüksek lisans ve doktora tezi yaparlardı? Ve Myanmar’a esir götürülüp ölümüne çalıştırılan Osmanlı askerleri, Gelibolu’ya bir hiç uğruna gelip can vermiş erleri için anıtlar diken, mezarlıklarını düzenleyen ülkelerin ve devletlerin askerleri olsalardı mezarlıkları böylesine bakımsız, böylesine düzensiz, otlar, çöpler içinde, yıkık viran kalır mıydı?