Başbakan Erdoğan'ın Hrant Dink cinayetinden sonra başlattığı derin devlet tartışması sürüyor. Kimi Erdoğan'ın derin devletle imtihana girdiğini söylüyor, kimi uyarıyor: Devleti yöneten o, gereğini yapmalı. Türkiye'deki elerin devletin içinde bulunan bir grup özerkleşti ve devletin kontrolü dışına çıktı. Bu grup, Türkiye'nin bölüneceği korkusuyla besleniyor ve düşman saydıkları herkesi öldürmeyi haklı görüyor. Amerikan yönetimi, özellikle Rum Patriği Bartholomeos ve Ermeni Patriği Mutafyarim can güvenliği için Türk hükümetine uyan mesajı gönderdi.' Bu iddia, Yunanistan'da yayınlanan Kathimerini gazetesinde 11 Şubat 2007 tarihinde yer aldı. Yani son haftalarda sürmekte olan "derin devlet" tartışmaları artık sınır ötesine taştı. Özellikle Hrant Dink cinayetinden sonra yeniden gündeme gelen derin devlet tartışmaları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk defa bir yurtdışı seyahatinde "Derin devlet vardır ve bunu minimize etmek gerekir" sözleri ile alevlendi. Erdoğan açıklamalarını, sonuncusu 11 Şubat 2007'de Rize'nin Ardeşen ilçesindeki yerel Kaçkar TV'de olmak üzere çeşitli platfomlarda tekrarladı. Kaçkar TV'de tam Erdoğan derin devletten bahsedip "Bakıyorsunuz bir yerden bir emniyet elemanı çıkıyor, bir yerden bakıyorsunuz bir asker, bakıyorsunuz devlette yargıda ve şurada, burada bir bağlantı çıkıyor. Bütün bunların hepsi bunun (derin devletin) çok açık delili" derken elektrikler kesildi. Can Dündar'ın deyimiyle, 1980'den önce "kontrgerilla" iddialarını dile getiren Bülent Ecevit'i saymazsak; 1980den bu yana devletin içindeki derin yapılanmaları bu şekilde açıktan dile getiren ikinci başbakan Erdoğan. Ondan önce bu konuları telaffuz eden ise Başbakan Turgut Özal. Nitekim, Can Dündar 1 Şubat 2007 tarihli yazısında bunu şöyle yazdı: "Derin Devlet'i telaffuza yeltenen 2 başbakan çıktı: Bülent Ecevit ve Turgut Özal... İkisi de suikast girişimlerinde ölümden döndü. Bir daha da bu konuyu ağızlarına almadılar. Şimdi Başbakan Erdoğan derin devletle imtihana giriyor. Kendisine kolaylıklar diliyoruz."
ERDOĞAN NEDEN DERİN DEVLET DEDİ? 1970'lerde ortaya çıkan kontrgerilla tartışmalarını da sayarsak, Türkiye'de derin devlet olgusu yaklaşık 40 yıldır gündemde. O zamandan beri konu defalarca Meclis gündemine de geldi. Ama Meclis, hiçbir "kontrgerilla" önergesini görüşmeyi başaramadı. Bu önergeler hep iktidarda hangi parti veya partiler varsa onların oyları ile reddedildi. İlginç olan, CHP lideri Deniz Baykal'ın da, bu önergelerden birinde imzasının olması. Derin devlet tartışmalarının özellikle 1996'daki Susurluk kazasından sonra önemli bir boyut kazandığı söylenebilir. Televizyonda M. Ali Birand'ın "Derin devlet var mı?" sorusuna cevap veren dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'nın "Var. Hem de gerçek bir devlet ile karşı karşıyayız ." demesi hâlâ hafızalarda. Zaten Türkiye'de kafalar biraz da bu noktada karışıyor. Nedir bu derin devlet? Tartışmaların temel odak noktası bu aslında: Türkiye'de böyle bir yapılanma var mı yok mu? Bir diğer soru, varsa devletin neresinde ve kimlerin devlet' polemikleri için en ilginç çıkışı Başbakan Erdoğan yapmıştı. Erdoğan, Aksiyona verdiği özel röportajında bayram değil, seyran değil demeye getirerek sözlerini şöyle tamamlamıştı: "Biz onu emeklilere bırakalım, onlar tartışsın. Halkın gündeminde, derin devlet, kontrgerilla yok." (18 Nisan 2005, Sayı: 541) Ancak Erdoğan, 4 yıllık başbakanlığı döneminin en ilginç çıkışlarından birini yine, bu sözlerini unutmuşçasına, Dink cinayetinden sonraki olaylar ağına bakıp yaptı. İlk kez 'derin devlet'ten bahseden Erdoğan, çomağı soktuğumuz için rahatsız olanlar var, diyor. Derin devlet tanımını açarken de 'devlet içindeki çeteleşmelere' işaret ediyor. Aynı Demirel ise iki yıl önceki söylediklerinin aksine bu kez Aksiyona verdiği demecinde "Devletin derini, sığı olmaz." diyor.
DERİN DEVLETİN DÖRDÜNCÜ DALGASI MI? Tartışmalarda gelinen son nokta bu. Ancak Dink cinayetinden sonra kalkan toz bulutunun içinde 'derin devlet' tarif ve iddialarının nereden çıktığı ve niçin yine gündeme geldiği sorusu hâlâ askıda. Ayrıca bu seferki tartışmalarda gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek var. O da, Erdoğan'ın derin devlet tarifini yaparken itinayla seçtiği örnekler: Sauna ve Atabeyler çeteleri, Danıştay suikastı, Maliye Bakanlığı'ndaki köstebek skandalı, Dink cinayeti. Erdoğan, ilk kez AK Parti iktidarı döneminde yaşanan bu olayların hepsinin eşdeğer' olduğunu ima etti. Şemdinli dosyasının TBMM'de olduğunu da söyleyiverdi. Sahi nereden çıkmıştı bu derin devlet tartışması? Son bir buçuk yıldır ortaya çıkarılan çeteler bu işin neresindeydi? Erdoğan ve çevresine yakın simaların buluştuğu bir mekânda, Dink cinayetinden hemen sonra tartışılan konulardan biri, bahsedilen olayların birbirine benzerliğiydi. Kurmayların sohbetinde masadaki isimlerden biri Dink cinayetine atıfla 'beş dalganın, dördüncüsüydü bu' diye bir değerlendirme yaptı. AK Partinin cumhurbaşkanlığına ilerlediği bu süreçte Nisan 2006-2007 döneminde beklediği siyasi tuzak ve gayr-i nizami müdahalelere verilen isimdi 'beş dalga. Hemen oracıkta söylenmişti. Şemdinli hadisesi birinci dalga, Sauna ve Atabeyler gibi çeteler ikinci dalga, Danıştay suikastı üçüncü dalga, Dink cinayeti dördüncü dalga. Beşinci dalga beklenen ancak olmaması temenni edilen bir meçhul olarak kaldı masada. Birkaç ismin hassasiyetini anlatan beş dalga yorumu aslında, Erdoğan'ın 'derin devlet' çıkışının kimi partililerce nasıl değerlendirildiğinin de göstergesiydi. Bir gerçeği de ifade ediyordu, devletin içindeki birtakım odakların -iktidarın kontrolü dışında hareket edenler- ayak izleri dört dalga diye tarif edilen hadiselerin içinde yer aldı. Hiç değilse hissedildi. Başbakan da kuşkusuz bu hissedileni kastetti. Devletin içinde AK Parti'ye rağmen iktidarı paylaşmak istemeyenler vardı. Çetenin suçüstü yakalandığı ilk olay Şubat 2006'da patlak vermişti. Başkent Ankara'da Emniyetin Küre Operasyonu ile ortaya çıkardığı Sauna çetesinin iki bakan ve 14 vekili yalan takibe alarak özel istihbarat topladığı ortaya çıktı. İş, siyaset ve sanat dünyasından isimlerin karıştığı Sauna Çetesi'nde yargılama sürüyor. Ankara Cumhuriyet Savcılığınca hazırlanan iddianamede Kasım Zengin'in Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevli Yüzbaşı Nuri Bozkır ile tanışma hikâyesi dikkat çekiciydi. Zengin, Yüzbaşı Bozkır ile başkentteki asker yeğenini ziyarete geldiğinde Hacıbayram Camii'nin yanındaki Menzil çay ocağında nasıl tanıştığını anlatıyordu. İddianamede Bozkır'ın, Zengini ikna ederken kullandığı söylenen ifadeler ise dikkatle okunacak cinstendi. Bozkır, Türk Mukavemet Teşkilatı olarak yasal ortamda faaliyet gösterdiklerini anlatıyordu: "Bizim silahla, kan dökmekle işimiz olmaz, biz kan dökmeden stratejik olarak savaşırız." Sonra stratejik planlar konusunda kendisine ders vermeyi teklif ediyordu. İki yüzbaşı, 2 astsubay ve 2 emniyet müdürünün bulunduğu 10 sanığın yargılandığı Atabeyler çetesi de doğrudan Başbakan Erdoğan ile ilişkili bir suikast planı olduğu iddialarıyla gündemdeki yerini almıştı. Başbakanın evinin yer aldığı bölgenin krokileri ve yüklü miktarda patlayıcıyla yakalanan şahıslara ilişkin en çarpıcı değerlendirme Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Orhan Karadeniz'den gelmişti: "Davada derine inemiyoruz." 17 Mayıs 2006'da Danıştay baskınından sonra yakalanan Avukat Alparslan Aslan da ilk zamanlar meczup portresi çizdi. Ancak faili malum cinayetin arka planı deşilemedi. Adı beş dalga içinde geçen olaylar silsilesi Şemdinli davası ile başlamıştı aslında. Kasım 2005'te Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde bir kitabevine bomba atılması hadisesi de kimi çevrelerce 'derin devlet'in işi olarak okundu. Ardından, Van Savcısı Ferhat Sankayanın silahlı kuvvetler içinde 'çete ve komplo' oluşumuna dikkat çeken tartışmalı iddianamesi geldi. Genelkurmay itiraz etti, savcı hakkında soruşturma açıldı. TBMM Şemdinli Komisyonu'nun raporu tamamlandı, ancak Meclis gündemine inemedi. Son 1,5 yıl içinde yaşanan olaylar zincirinde 'derin devletin' ayak izlerinin olduğu savı, kafalardaki soru işaretleri hâlâ sürüyor. Özal döneminin bakanlarından Hasan Celal Güzel, Erdoğan'ın çıkışını 'demokratik şekilde muktedir olamamak' şeklinde yorumluyor: "Bir başbakanın kendi idaresi altındaki bürokrasiden şikâyet etmesi doğru değil. Başbakan haksız, ama Türkiye'ye baktığınızda bir başbakanın demokratik şekilde muktedir olamadığını görüyoruz. Yani Sayın Erdoğan fiiliyatta haklıdır. Teorik olarak haksız olabilir" Güzel, başbakanın elinin ulaşamadığı taraflarda örgütleşme ve çeteleşmeler olabileceğini belirterek, "Başbakan Emniyet ve MİT içindeki yapılanmaları kastediyorsa şikâyet etmede haksızdır, gereğini yapması gerekir." diyor ve ekliyor: "Silahlı kuvvetlerin birtakım birimlerini, buraya bağlı isimleri kastediyorsa haksi2 değildir. Ancak bunun da gereğini yapması gerekir. Derini ile sathisi ile devleti yöneten kendisidir"
İLK ECEVİT KONUŞTU, ARDINI GETİRMEDİ
Türkiye'de derin devleti ilk dile getiren isim merhum Başbakan Bülent Ecevit'ti. 26 Eylül 1973'te "kontrgerillanın örtüsü kaldırılmalı" diyen Ecevit, 6 Şubat 1974'te, bazı terör olaylarında Özel Harp Dairesi'nin sivil ve gizli uzantısının rol oynadığından kuşkum var, sözleriyle çıkışım pekiştirmişti. Demirel’in son Aksiyon röportajına göre, Ecevit, iktidar olduktan sonra, 'kontrgerillayı ortaya çıkar' baskılarına dönemin Milli Savunma Bakam Hasan Esat Işık'ı Güniz Sokak'a göndererek cevap vermişti: "Bu işi karıştırmayın." Demirel, Ecevit'in bir daha kontrgerillayı ağzına almadığını iddia ediyor. "Kuşatılan Devlet Türkiye" kitabının yazarı CHP Milletvekili Süleyman Genç de Demirel ile aynı noktada buluşuyor. Ecevit'i kontrgerilla konusunda ikna edemediğini belirten Genç, evine atılan bombalardan sonra 12 Ocak 1978'de CHP grubuna önerge veren, tartışmayı Meclise taşımak isteyen isimdi. Genç, faili meçhul cinayet ve fiillerin Özel Harp Dairesi'ne bağlı Halk Gönüllüleri'nce işlendiğini; bu yapının MİT, Emniyet ve TSK'nın bir kısmıyla irtibatlı olduğunu iddia ediyordu. Genç'in önergesi kendi partisi içinde reddedildi ve Ecevit 4 Şubat 1978'den itibaren kontrgerillanın varlığını reddeden açıklamalara, sessizliğe yöneldi.
15 YILDIR MECLİSTE; AMA KONUŞULAMIYOR Daha sonra merhum Turgut Özal, güç odaklarından' bahsedeceğini söyledi ancak konuyu derinleştirmedi. Turgut Özal'ın 18 Haziran 1988'de Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda uğradığı suikasttan sonra beklentiler yine isteneni vermedi. Hasan Celal Güzel'in tarifi ile Demirel, bu tip ilişkileri kurcalamaktan özenle kaçan, Özal ise tam tersine merakla üstüne giden bir yapıdaydı. Ancak güç odakları'nın kimler olduğu, suikast ve diğer faili meçhul cinayet ve fiillerle ilişkileri aydınlığa kavuşmadı. Türk siyasi tarihinde derin devlet, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı çoğu yerde özdeşleştirilmiş. 'Filin tarifi' gibi eksik ve yarım da olsa 'derin devlet' denen mekanizma ve kişileri tarif ederken hep bu konseptler kullanılagelmiş. Faili meçhullerin zirve yaptığı 1990'larda konu 27 kez TBMM gündemine getirilmiş. Deniz Baykal, Mahmut Alınak, Vefa Tanır, Kemal Anadol, İlhami Binici, Celal Kürkoğlu, Hasan Mezarcı, Uluç Gürkan gibi onlarca isim derin devletin, kontrgerillanın açığa çıkarılması için araştırma önergesi vermiş, konuşma hakkı talep etmiş. Derin devletin deşifre edildiği milatlardan biri kabul edilen Susurluk kazasından üç yıl önce SHP Adıyaman Milletvekili Celal Kürkoğlu ve 13 arkadaşının verdiği Meclis araştırma önergesi talebi (2 Kasım 1993) faili meçhulleri aydınlatın derken o gün derin devletten ne anlaşıldığını da ortaya koyuyor: "Yıllardır ülkede işlenen her siyasi cinayet ve bir türlü aydınlatılamayan faili meçhul öldürme olayları, vatandaşlarımızın zihninde vahim soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştur. Acaba bu işlenen cinayetlerin arkasında devletin bir gizli eli ya da silah ve cephanenin olaylarda kullanılıp kullanılmadığını da araştırdıklarını ve hiçbir personelin suça karışmadığını, silah ve cephanenin noksansız olduğunu tespit ettiklerini açıkladı. Ancak çok sonraları bu birimin aktif olduğu, halen de çalıştığı ortaya konacaktı. Türkiye'de meydana gelen faili meçhullerle devletin içindeki derin yapılandırmaları ilişkilendirme olayı da, 1980 öncesi anarşi olaylarından beri süregeliyor. Bu tezi savunanlara göre, 12 Eylül ihtilalinin olgunlaşması için olayların daha fazla tırmanması beklendi; hatta bazı provokatif eylemlerle kan dökülmesi süreci hızlandırıldı. 1990'larda bunu en fazla dile getirenlerden biri Uğur Mumcuydu. Mumcu, Prof. Muammer Aksoy'dan Musa Anter’e uzanan faili meçhulleri irdelerken, "Bu güç nedir? Kontrgerilla mı, Hizbul Kontra mı?" diyordu.
SUSURLUK: KIRILMA NOKTASI Özellikle Susurluk kazasından sonra Abdullah Çatlı'nın devlet birimleri ile olan ilişkilerinin ortaya çıkması; Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım gibi kimselerin istihbarat birimleri ile ilişkileri sürerken girdikleri çeşitli çetesel faaliyetler; Ermeni terör örgütü ASALAya yönelik olarak yurtdışında çeşitli sivil kişilerin kullanıldığının ortaya çıkması ile olaylar yeni boyutlar kazandı. Hatta derin devletin sağ kolunun yanında sol kolunun da olduğu; DHKP-C ve onun lideri Dursun Ka-rataş'ın çeşitli ilişkileri gündeme getirilerek vurgulandı. Emekli bir deniz binbaşı olan Erol Mütercimlere göre derin devlet Ergenekon denilen bir yapılanma. Ona, emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, "Ben de Ergenekon'un üyesiyim. Ergenekon Türkiye'de bütün kurumların üstündedir." demişti. Derin devlete ilginç bir yaklaşım da MİT'ten geldi. Hrant Dink cinayetinden sonra tutuklanan ve polis ile jandarmaya muhbirlik yaptığı söylenen Erhan Tuncel'in MİT'le de bağlantılı olduğu dile getirilince, bir gazeteye konuşan MİT üst düzey yetkilisi, "Erhan olayına polisi ve jandarmayı bulaştırdılar. Derin devletin üçüncü ayağı da MİT'tir diye düşünmüş olmalılar ki şimdi de bizi dâhil ediyorlar." dedi.
HER DEVLETİN DERİN DEVLETE İHTİYACI VAR Tartışmalar sadece derin devlet var mı yok mu noktasında odaklanmıyor. Varsa bu nasıl bir örgütlenme ve devletin neresinde? gın şekilde algılandığı biçimiyle 'bazı kişilerin kendilerini devlet yerine koyarak hareket etmelerim kastetmiyor. Devletlerin varlığını sürdürebilmek için bünyelerinde bulunan savunma refleksinin derin devleti oluşturduğunu, ihtiyaç kıldığını düşünüyor. Dink cinayeti, Danıştay suikastı gibi olayları derin devletle irtibatlandırmayı doğru bulmuyor. İdeolojik tariflerle derin devlet kavramının sulandı nldığını düşünüyor. Çünkü Çitlioğ-lu'na göre, derin devlet 'eline yüzüne bulaştıracak' operasyon yapmaz. 28 Şubat sürecinin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ise çok daha ciddi bir tehlikeye dikkat çekiyor: "Türkiye'de her faili meçhulün 'derin devlet' tarafından işlendiği kanaati yaygınlaştı. Yüz kişiye sorun hepsi bu cevabı verir." Orakoğlu, bunu Türkiye'ye karşı yürütülen psikolojik bir harbin sonucu olarak görüyor. Ortaya çıkan netice halkın devletine güvenmemesi oluyor. Bülent Orakoğlu'na göre hukuk kurallarının yetmediği ama yabancı ülkelere karşı devleti koruyan, operasyonlarının tümünden devletin bilgisi olan bir kurumdur derin devlet. Ve Türkiye'de yoktur, devlet de tektir. Eski Daire Başkanı Orakoğlu, devlet içinde devlet gibi davranan kişilerin varlığından söz ediyor.
DERİN DEVLETİ DEŞİFRE KAPILARI AÇILSIN "1990-1994 arasında 5 ila 10 bin arasında faili meçhulden söz ediliyor. Bunun anlamı kayıt dışı ekonomi gibi kayıt dışı yaşam, insan ve ölüm var demek. Devleti zedeleyen şey bu." Bu sözler Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyesi AK Parti Milletvekili Ersönmez Yarbaya ait. Yarbay, Susurluk'la birlikte 'derin devletin' deşifre kapılarının açıldığına inanıyor. Bunun somut göstergesi gizli görevlilerde deşifre olma korkusu başlaması. Yarbay, bu yapılar deşifre edildikçe, destekçileri de onları savunmadı, savunamadı, diyor. Ona göre derin devlet yok, devletin görevlendirdikleri var. İşin doğasından kaynaklanan bir illegal görünme söz konusu. Ancak Genelkurmay, Jandarma, Emniyet ve MİT yasalarının hepsi bu gizliliğe, gizli görev yapmaya izin veriyor. Yarbay'ın tabiriyle, "Derin devlete geçit veren yasal hükümler var" Türkiye'de hükümetler, başbakan ve cumhurbaşkanları değiştikçe devletin görevlendirdiği, projelendirdiği, düşünüp uyguladığı işlerin devir tesliminin yapılmaması 'derin devlet' şayiasına yol açıyor. Yarbaya göre derin devlet var diyenlerin söz ettiği kişiler ya da oluşumlar işte bu devir teslimde öğrenilemeyen, ancak devlet adına çalıştıklarını söyleyenler. Sorun bu grupların yasadışı olaylara karıştıkları, başlarına buyruk davrandıkları zaman başlıyor. 'Derin devlet' gücünü kamudan alan ama görevi bitmediği için konuşulan isimler bunlar: "Abdullah Çatlı mı, Veli Küçük mü, Abdullah Öcalan mı bilemezsiniz. Ama onlar görevli olduğunu bilir. Sorun onların görevli olduğunun devleti yönetenlere (başbakan ve cumhurbaşkanlarına) söylenmemesidir" Türkiye çok partili demokratik hayata geçtiğinde ABD ve NATO kanalıyla birtakım örgütlenmeler de oluştu. O gün komünizm karşıtı olan bu örgütlerin çetelesine zaman içinde (27 Mayıs darbesi öncesinden itibaren) 'iç düşman' ibaresi eklendi. Bu iç düşmanlar kimi zaman bölücü, kimi zaman irticacı, kimi zaman ırkçı diye anıldı. Yarbay, derin devletin 1950'lerde kurulan aygıtlarının 'iç düşman' tarif ve görevlerinden sonra Türkiye'de esas patırtının koptuğuna işaret ediyor. Peki, ne zaman göze battı derin devlet ve elemanları? Ersönmez Yarbay'a göre, devletin görevlendirdikleri komünizm, irtica ve terörizmle mücadele ederken bir kırılma yasandı: "1990'lardan itibaren terörle mücadele edenler, bugüne kadar hukuk içinde mücadele ettik. Yakalıyoruz; savcılar, hâkimler serbest bırakıyor, o zaman bunları tamamen ortadan kaldıralım, ya da teröristle teröristin dilinden savaşalım dediler. Faili meçhuller bundan sonra zirve yaptı. Sorun küçülmedi, çözülmedi. O gün bugündür sürüyor"
Valla derin devlet olup olmadigini bilmiyorum ama bildgimi bisey var bu yazi cok derin oku oku bitmiyor. Allah sabir versin düsüp kalacam yazinin icine
tsk,ler eline saglik bu uzun yazidan sonra mahmut kardesimin yorumu güldürdü beni evet oku oku zor bitiyor yazisi bile bu kadar derin ve uzunsa ne diyelim Allah kolaylik versin